Olağanüstü Halde Hesap Verebilirlik Alanının Daralması ve “Kanuni” Sorumsuzluk Rejimi

Süreklileşen Olağanüstü Halde Hesap Verebilirlik Alanının Daralması ve ‘Kanuni’ Sorumsuzluk Rejimi

Hülya Dinçer

Türkiye’de, önce 2015’te hukuka aykırı ilan edilen sokağa çıkma yasakları ile yürürlüğe sokulan, anayasasızlaştırılmış (Göztepe, 2018) fiili olağanüstü hal rejimi, daha sonra ise 15 Temmuz 2016 darbe girişiminin ardından ilan edilen kanuni olağanüstü hal, hukukun pek çok alanında olduğu gibi hesap verebilirlik alanında da köklü ve yapısal bir dönüşüme yol açtı. Türkiye’de güvenlik güçlerinin ve kamu görevlilerinin hukuka aykırı filleri nedeniyle adalet önünde hesap vermesi yönündeki çabaların yakın geçmişte çoğunlukla yargısal müdahalelerle sonuçsuz kaldığına tanıklık edildi. Olağanüstü halin, fiilen yürürlüğe girdiği 2015’ten, 2018’de resmen sona ermesine rağmen 3’er yıl arayla çıkarılan yasalarla süreklileştiği bugüne uzanan son 7 yıllık süreçte ise, idarenin ve devletin güvenlik aygıtının hesap verebilirliğini ortadan kaldırmayı veya zayıflatmayı amaçlayan çok önemli yasal düzenlemeler yürürlüğe sokuldu. Bu tebliğ, 2016’dan bu yana ulusal güvenlik ve OHAL politikaları üzerindeki yasal ve yargısal denetimi etkisiz hale getirerek, hesap verebilirlik alanını giderek daraltan yasal müdahalelerin, Türkiye’de yürütme imtiyazını (executive prerogative) sorgulanamaz ve denetlenemez kılmayı amaçlayan kanuni bir sorumsuzluk rejimi inşa etmeyi hedeflediğini ileri sürüyor.

 

Güneydoğu Anadolu’nun belirli illerinde 2015-2016 aralığında ilan edilen sokağa çıkma yasakları sırasında işlenen kitlesel ve yaygın insan hakları ihlalleri çok sayıda ulusal ve uluslararası insan hakları örgütü tarafından raporlanmıştı. Bilhassa yaşama hakkı ve işkence yasağı ihlali iddialarının etkili biçimde soruşturulmadığı ve cezalandırılmadığı bu bulgular arasında yer aldı. Yasakların sona ermesinin ardından ise, 14 Temmuz 2016’da yürürlüğe giren 6722 sayılı Kanun’la, hem Cumhurbaşkanına resmi olağanüstü hal ilan etmeksizin terörle mücadele kapsamında ülkenin her yerinde, süre sınırı olmaksızın askeri güç görevlendirme yetkisi tanındı; hem de terörle mücadele kapsamındaki operasyonlar sırasında işlenen suçların soruşturulmasını ve faillerin yargılanmasını son derece zorlaştıran normatif bir düzenin temelini attı. 6722 sayılı Kanun’la İl İdaresi Kanunu’nun 11. maddesine eklenen (f) fıkrası, bu madde kapsamında TSK mensuplarının işlediği iddia edilen suçları “askeri suç” kabul etti ve bu suçlar için soruşturma başlatılmasını –işkence ve ağırlaştırılmış işkence suçu da dahil olmak üzere- izin şartına tabi kıldı. Yine, bu suçların delillerinin toplanmasını güçleştirecek biçimde, asker ve sivil kişiler hakkında soruşturma izni alınana dek yakalama, gözaltı ve tutuklama tedbirlerine başvurulmasını da yasakladı. Böylece olağan ceza kovuşturması rejimi, Anayasa’ya uygun biçimde ilan edilmemiş bir olağanüstü hal için saf dışı bırakıldı. Bu güvencelerden yararlanabilecekler arasına, 2016-2018 arasında OHAL KHK’leriyle statüsü güçlendirilen ve kalıcı bir silahlı güç haline gelen korucular da dahil edildi. Söz konusu düzenlemelerin üretebileceği cezasızlık etkisi bakımından daha da vahim bir eşik aşılarak, getirilen yasal zırhtan, yasanın kabulünden önce görevlendirilen askeri/sivil kamu görevlilerinin ve korucuların yararlanacağı da öngörüldü. Yasa bu haliyle, terörle mücadele politikasını belirleyen siyasi aktörler ve idari amirler -diğer bir deyişle yürütme imtiyazını kullananlar- ve bu politikaların askeri ve sivil uygulayıcıları lehine, yargı önünde hesap verme ihtimaline karşı, hem geçmiş hem de gelecekte geçerli olmak üzere yasal bir zırh örmüş oldu. Yasa, bir yandan olağanüstü hal yetkilerini olağan hukuk düzeni içine ‘sızdırarak’ kalıcı hale getirirken, diğer yandan sağladığı yargı bağışıklığına yakın korumayla, kamu gücünün hukuka aykırı kullanımının denetimi bakımından olağan yargı rejimini askıya alan, ‘kanuni bir kara delik’ yaratmış oldu.

 

15 Temmuz 2016’da gerçekleşen darbe teşebbüsünün ardından ilan edilen OHAL kapsamında çıkarılan KHK’lerin getirdiği kalıcı düzenlemeler ise, OHAL uygulamaları bakımından hesap verebilirlik alanını radikal biçimde daralttı. 667 ve 668 sayılı KHK’ler, darbe teşebbüsünün bastırılması sürecinde karar alan, karar ve tedbirleri icra eden, adli ve idari tedbirler kapsamında görev alan kişiler ile OHAL KHK’leri kapsamında karar alan ve görev yerine getiren kişilerin görev ve fiilleri nedeniyle sorumluluklarına gidilemeyeceğini hükme bağladı. Bu ‘sorumsuzluk rejimi’nin kapsamı, kamuoyunda infial yaratacak biçimde, darbe teşebbüsünün bastırılmasına katılan sivilleri de kapsayacak şekilde genişletildi. 2018’de ve 2021’de ise, kamu görevinden ihraç yetkisi de dahil olmak üzere, OHAL yetkilerinin kullanılması yasa eliyle üç yıl süreyle uzatıldı ve -bir kez daha- olağan dönem idari soruşturma usullerini ve adil yargılanma güvencelerini saf dışı bırakarak ihraç kararlarına imza atan kurum yöneticileri hakkında başlatılacak adli ve idari soruşturmalar yürütmenin iznine tabi kılındı.

 

Anayasal hak arama özgürlüğünü sınırlandıran, idarenin kanuniliği ve hukuk devleti ilkesini tehlikeli biçimde aşındıran, siviller bakımından ise, daha önce görülmemiş biçimde muğlak ve suiistimale müsait bir bağışıklık getiren bu düzenlemeler, OHAL uygulamalarını hukuki denetimden tümüyle muaf kılan bir sorumsuzluk rejimi inşa etti.  

 

Bu çalışma, 2016’dan itibaren yürürlüğe giren yasa ve KHK’ler eliyle, bir yandan anayasal sınırlar içinde kullanılması gereken istisnai yetkileri zamansal ve uzamsal olarak esneten ve kalıcılaştıran bir normalleştirmenin yaşandığını; diğer yandan ise, bu yetkilerin tümüyle denetimsiz ve keyfi biçimde kullanılabileceği bir kural dışılık rejiminin kademeli olarak inşa edildiğini ileri sürüyor. Çalışma, hesap verebilirlik alanının kapatılmasına yönelik bu stratejik kanuni müdahaleleri, özellikle sosyal bilimler literatüründe, darbe teşebbüsünden itibaren hızlandığına işaret edilen, Türkiye’de siyasal rejimin dönüşümü ve otoriter devlet inşasıyla bağlantılı olarak tartışmayı amaçlıyor. Bu çerçevede, hukuki denetimin bizzat yasa eliyle işlemez kılınmasının, yürütme gücünün mutlak ve hesap sorulmaz kılınması temelinde gerçekleşen bu rejim dönüşümünün temel karakteristiği olduğu temellendirilmeye çalışılıyor.