Yayın tarihi: 20 Aralık 2015 - 19:34

Aramızdan ayrılışının 24. Yılında Abdullah Baştürk'ü sevgi ve saygıyla anıyoruz.

 

Halit Çelenk’in Abdullah Baştürk 5. İşçi Ödülleri Yarışması Ödül Töreninde yaptığı konuşma

(26 Aralık 2007 Çarşamba, İnşaat Mühendisleri Odası, Necatibey Caddesi No. 57, Kızılay, Ankara)

Değerli dostlar,

Abdullah Baştürk ve eşi Ayten hanımla Ankara’dan başlayan ve Ören ve İstanbul’da devam eden bir dostluğumuz vardı.

Ören’de yazlık evlerimiz karşı karşıyaydı. DİSK’in Artemis tesislerinde ve Ören’de Ayten ve Abdullah Baştürk, Ruhi ve Sıdıka Su, Talip ve Halise Apaydın, Asım ve Refika Bezirci, Sudiye ve Bahri Savcı, Bahriye ve İlhami Soysal, Vedat Türkali, Mehmet Ali ve Güner Şengül, Fakir Bay kurt dostlarımızla birlikte denize girerdik. Abdullah Bey çok dost canlısı bir adamdı. Mahkemeden birlikte çıktığımız bazı günler, kendi deyimiyle beni evine “ekmek yemeye” davet ederdi ve hazırladığı yemekleri bir kadeh içki eşliğinde paylaşırdık. Kemal Türkler ve Abdullah Baştürk’ün yarıştığı İstanbul Harbiye’de yapılan DİSK Genel Kurulunu da izledim.

Bu önemli günde, dostlar benden Abdullah Baştürk ile ilgili bir anımı anlatmamı istedikleri için DİSK davasına ilişkin bir olayı sizlere aktarmak istedim. Çünkü bir mücadele adamının verdiği mücadelenin, yaşamının önemli bir parçası olduğu kanısındayım.

12 Mart askeri darbesini izleyen günlerde Ankara ve İstanbul’da sıkıyönetim askeri mahkemelerinde 15/16 Haziran olayları davasında ve 1. DİSK davasında savunmanlık yaptım. Yine 12 Eylül askeri darbesini izleyen günlerde, Abdullah Baştürk’ün başkanlığa seçildiği dönemin ardından açılan 2. DİSK davasının savunmalarında da bulundum. O dönemde gözaltına alınankişi ve örgüt yöneticilerine uygulandığı gibi Abdullah Baştürk ve orkadaşlarına da Otağı Hümayun (Padişah Çadırı) denilen yerde ağır baskı ve işkenceler yapılmıştır. Bu baskılar yargılama aşamasında da sürdürülmüş, sanıklar yanında avukatlara da yöneltilmiştir. Nitekim haklı bir neden olmaksızın savunma yapan avukat mahkeme salonundan çıkartılmış ve garnizon dışına gönderilmiştir. Bu avukatlar: İstanbul Baro Başkanı Orhan Apaydın, TİP Eski Genel Başkanı Mehmet Ali Aybar, İçişleri Eski Bakanlarından Hasan Fehmi Güneş, Halit Çelenk, Ercüment Tahiroğlu, Rasim Öz ve Turgut Kazan’dır. Bu da mahkemenin savunmanın haklarını nasıl kısıtladığını göstermektedir. 12 Eylül’ün savunmasını üstlendiğim önemli toplu davalarından bir değeri de TÖB-DER davasıydı.

TÖB-DER davasının hazırlık aşamasında bir öğretmen arkadaşımızın evinde yapılan bir aramada, Almanca’dan dilimize çevrilmiş “Marksçı Leninci Felsefe Sözlüğü” isimli bir yapıt bulunmuştu. Bu çeviri sözlükte, Almanca aslında yani orijinalinde bulunmayan bir sözcük vardı: İşçi sınıfı bilimi. İşçi sınıfı biliminin karşısında da komünizm ve Marksizm hakkında açıklamalar yer almaktaydı. Sözlüğün Almanca aslında ise “işçi sınıfı bilimi” değil ama “bilimsel Komünizm” sözcüğü vardı.

Olayın aslı ise şöyleydi:

12 Eylül döneminin başında İstanbul’da Yabancı Diller okulunda görevli bir öğretmen bu sözlüğü Almanca aslından Türkçeye çeviriyor. Söylediğimiz gibi sözlükte (Almanca aslında) bilimsel komünizm sözcüğü var. Çevirmen bu sözcük hakkında bir soruşturma açılır, başım derde girer endişesiyle, Bilimsel Komünizm yerine işçi sınıfı bilimi sözcüğünü koyar.

TÖB-DER davasını hazırlayan askeri savcı, derneğin çalışma programında ve yayınladığı bir broşürde geçen İşçi Sınıfı bilimi sözcüklerinin komünizm anlamına geldiklerini ileri sürerek, anılan sözlüğü de kanıt gösterip TÖB-DER’in yasadışına dönüştüğünü ve Türkiye’de komünist bir rejim kurmak istediğini savlıyor. Savının gerekçeleri arasında da bu kanıta önemli bir yer veriyor.

Daha sonraları DİSK yönetimi, kendisine bağlı sendikalar için tek tip bir demokratik tüzük hazırlıyor. Sendikalar tüzüklerini buna göre düzenliyorlar. Bu tüzüğün amaç maddesinde de İşçi Sınıfı Bilimi sözcükleri geçiyor. DİSK davasında da, sıkıyönetim askeri savcıları ve sıkıyönetim askeri mahkemesi tarafından “işçi sınıfı bilimi”, komünizm olarak nitelendiriliyor ve bu sözcükler, DİSK’in, Türkiye’de komünist bir rejim kurmak amacıyla çalışmalar yaptığına ilişkin bir kanıt olarak gösteriliyor.

Biz savunmanlar, Markçı ve Leninci Felsefe Sözlüğü’nün Almanca aslında İşçi Sınıfı Bilimi sözcüklerinin bulunmadığını, Bilimsel Komünizm sözcüklerinin bulunduğunu, sözlüğü Türkçe’ye çevirenin, kendisini hukuksal güvenceye almak, herhangi bir soruşturmayı önlemek amacıyla, sözlükten Bilimsel Komünizm sözcüklerini çıkararak bunun yerine işçi sınıfı bilimi sözcüklerini koyduğunu, bu nedenle işçi sınıfı bilimi sözcüklerinin komünizm anlamına gelmediğini, savcının savlarının bilimsel bir dayanaktan yoksun olduğunu savunuyor ve sözlüğün Almanca aslı ile çevirisinin bir bilirkişiye inceletilmesini, bu konuda bir rapor alınmasını, böylece gerçeğin anlaşılacağını ileri sürüyoruz. Böyle bir inceleme yapılması çok kolay iken mahkeme isteğimizi kabul etmiyor. Böylece, askeri savcının suçlamasının gerçek yönü ortaya çıkarılamıyor, konunun aydınlatılmasına olanak sağlanamıyor.

Yargılama sürerken duruşma hakimi Abdullah Baştürk’e ısrarla İşçi sınıfı biliminin ne anlama geldiğini soruyor. Baştürk, “işçi sınıfı bilimi” diyor “işçi sınıfının tarih boyunca hak ve özgürlüklerini savunma için verdiği mücadelede elde ettiği kazanımlardır”.

İşçi sınıfı bilimi sözcüğü, askeri mahkemeler ve Askeri Yargıtay dördüncü dairesi tarafından, yukarıda da belirttiğim gibi, hiçbir araştırma ya da bilirkişi incelemesine başvurulmadığı için, komünizmle eşit kabul edilmiş ve yıllarca, savunma hakkının ihlaline ve adaletsiz kararlara neden olmuştur. Dahası, Metal İş, Tüm Maden İş, Çağdaş Tekstil İş, Bağımsız Kimsan İş, Devrimci Kimya İş sendikalarının aynı sözcükleri içeren tüzükleri hakkında beraat kararları verilmiş ve bunların kimileri Askeri Yargıtay incelemesinden geçerek onaylanmıştır. Böylece, ortaya çelişkili kararlar çıkmış ama sorunun gerçek yönü araştırılmamıştır. Bu durum da savunmamızın doğru ve haklı olduğunu göstermektedir.

Abdullah Baştürk dava sonunda mahkemedeki savunmasında şunları söylemiştir:

“Taştan ve demirden zindanlar, gördüğümüz haksızlık ve işkenceler, tüm çektiklerimiz ne ilktir ne de son... DİSK her koşulda emeği savunmuş, işçilerin, emekçilerin aşı ve işi için uğraş vermiş, demokrasi ve özgürlüklerin serpilip gelişmesi için temel insan hak ve özgürlüklerinin, sendika özgürlüğünün, sosyal hakların yaşama geçirilmesi için çabalamış,

dostluk ve kardeşlik için,

özgürlük ve barış için,

sömürüsüz ve baskısız bir dünya için,

güzel günler için,

tüm çalışanların mutluluğu için

mücadele vermiş bir sendikal kuruluştur”.

Böylece Abdullah Baştürk “işçi sınıfı bilimi”nin işçi sınıfının mücadelesinin ta kendisi olduğunu ortaya koymuştur.

Yine askeri mahkemedeki savunmasında, işçi sınıfının bir bireyi olmakla övündüğünü, yalnızca ve yalnızca demokrasi ve özgürlükler için savaş verdiği için bağımsızlık, demokrasi ve sosyalizm mücadelesinde yer aldığını, “iyiyi, güzeli, mutluluğu arayanlar ile sömürü ve baskının yandaşları arasındaki kavga”nın süreceğine ve dünya ve Türkiye’deki emekçilerin yüzlerinin bir gün mutlaka güleceğine inandığını açıkça söylemekten çekinmeyen ve bunu yaparak faşist döneme meydan okuyan Baştürk, faşizme karşı emeğin onurunu korumuştur.

DİSK’in, üyesinden yöneticisine, özellikle askeri yönetim dönemlerinde ve faşist baskılara karşı verdikleri demokrasi ve bağımsızlık mücadelesini, Abdullah Baştürk’ün şahsında saygıyla anıyorum.

İşçi sınıfının bu değerli temsilcilerini savunmuş olmaktan onur duyuyorum.