Halit Çelenk’in değerli ailesi, büyüklerim, arkadaşlarım, yoldaşlarım, kardeşlerim, öğrencilerim ve diğer Halit Çelenk dostları….
Halit Çelenk Ödülleri’nin 5. Yılında açılış konuşması yapma şerefi bana düştü… Bu önemli görevi bana tevdi edenlere bir de buradan teşekkürlerimi sunarım…
Halit Çelenk hayatıyla, anti-emperyalizmin, aydınlanmanın, ilerlemenin ve sosyalizmin davasını gütmüştür. Hayatını dava yapmıştır, davasını da hayat…
O, Türkiye Cumhuriyeti’ne beden veren temel projeyi emekçi sınıfların ufkuyla genişleterek desteklemiş, yüceltmiştir. Bunu yapan aydınlık insanlar kervanında önemli bir yer almıştır.
Seçici heyet de, beş senedir, bu noktadan kalkarak, bu değerli insanın adını taşıyan ödüle yapılan başvuruları değerlendirmektedir. Beş seneden edindiğim izlenim, bu işin hiç de kolay olmadığı ancak toplumsal sorumluluklarımıza duyduğumuz sadakatle bütünüyle örtüştüğüdür.
Halit Çelenk adına tertiplenen bir ödül için davet çıkartıp değerlendirmeler yapma ediminin kendisi (yapılan seçimlerin koşullarına ve seçilen eserlerin içeriğine bakılmaksızın) politiktir.
Kurulun politikası, hukuk normlarının ve hukuki pratiklerin etkilerinin üretim ilişkileri
- dolayısıyla sınıf
- dolayısıyla sömürü
- dolayısıyla anti-emperyalizm
bağlamında değerlendirilmesini teşvik etmektir.
Seçici heyetimiz başvuran eserlerde “nasıl”dan ziyade “neden” sorusunu görmek istemektedir. “Neden?” sorusu tabii ki “kendinden iyi” değildir; dahası, bu soru çalışmanın nesnesine yöneltildiğinde tehlikeli bir hal de alabilir. Manalı sayılabilecek herhangi bir cevap başlangıcı bile, eleştirel bir duruş noktasının ve buna imkan veren bir kuramın mevcudiyetini ve sosyal bütünlüğün birbiriyle bağlantılı pek çok veçhesini hem dikine hem de enine keserek (eklektizme düşmeyecek şekilde) ilerlemeyi gerektirir.
Her şeye rağmen, “neden” sorusuyla başlamak önemlidir. Devlet aygıtlarının, kurumların, örgütlerin, normların nasıl olup da oldukları gibi olduklarını betimleyerek, somut gerçekle zihindeki somut arasındaki mesafeyi azaltmak mümkün değildir zira.
Ayrıca, “nasıl” sorusu, çok gerekli olup pek çok açıdan bilimsel çalışmaların esaslı bir sorusu olmakla birlikte, “bir şeyin farklı görünümleri arasındaki –bazen çelişik- biçimlenmeleri” açıklamak için uygun da değildir.
“Nasıl” sorusunu yegane soru olarak kabul eden araştırmacı, çelişkilerle başa çıkamadığında ya önüne çıkan sorun yumağına aşık olur; gösterileninden kopuk gösterenler akışı karşısında büyülenerek ipe sapa gelmez ama “şık” laflar eder (bu durumda farklı zamanlarda farklı toplumlardan farklı konularla ilgilenen bu araştırmacıların dediklerinin özeti, “hiçbir şeyi bilemeyiz”, “o da olur bu da”, “yaşasın liberal demokrasiler”, “bırakın herkes kendi kimliğini yaşasın”, “yüzer gezer iktidar her yerde” gibi tanıdık cümle kalıplarından oluşan bir paragrafta verilebilir) ya da çelişkilerden korkarak kendisini “teknik” bir alanın güvenli sularına demirler ve kendi alanının içerisinden icazetsiz geçen gemilere gülle sallar.
Hukuku şeyleştirip, fetişleştirip, bizi çevreleyen ilişkiler dünyasından soyutlayarak ele alan yaklaşımların oluşturduğu bir metinler denizi içerisinde Halit Çelenk Ödülleri, bir deniz feneri rolü oynamıştır ve oynamaktadır ve umarız ki daha uzun seneler oynayacaktır.
Halit Çelenk gibi insanları ve Halit Çelenk’inki gibi umut, tasavvur ve önerileri temsilen Halit Çelenk adına verilen ödül
- hem usta hukukçuları
- hem sosyal bilimlerin geniş avandalığı üzerinden hukuku anlamaya ve açıklamaya çalışanları,
- hem de hukuk dünyasının yarınlarını oluşturan genç kuşakları
yaptıkları üretimin geleceği birlikte biçimlendirme sürecimizin (cumhuriyetimizin) üzerindeki önemli etkilerini bilmeye ve hiç ihmal etmemeye çağırmaktadır.
Hakim ideoloji, içinde bulunduğumuz dönem Türkiye Cumhuriyeti’nin genç kalemlerini
- ya emperyalizmin değerlerini hem de solculuk adına fetişleştirerek benimsemeye
- ya da kapitalizmi dolayısıyla müesses düzeni kutsamaya davet etmektedir.
Bugün biz, toplumsal ilişkilerin nesnelliğini, toplumsal yapının etkilerini, hukukun bu süreç içerisindeki işlevini değerlendirebilecek çapta insanların yetişmesine katkı koymak, bu bağlamda toplumsal bilgi üretme kapasitemizi artırmak zorunluluğu ile daha önce hiçbir dönemde olmadığı kadar kesif bir şekilde karşı karşıyayız.
Demek istediğimi kısa bir örnekle ifade edeyim: Uluslararası hukuk açısından bakıldığında, Irak, Suriye, Libya, Afganistan gibi müdahale alanlarında yaşananların (en son Golan Tepelerinde ya da Venezüella’da göz önüne serilenlerin) 1945 ile 1990 arasında geliştiği haliyle uluslararası hukukun külliyen inkârını içerdiği gerçeği ortadayken,
- Uluslararası ortamda bir borçlular konsorsiyumunun neden düşünül(e)mediğini,
- Sermayenin diğer bütün unsurlarının serbest dolaşımını içeren liberal taahhüdün (emperyalist müdahaleler neticesinde yaşam koşulları tahrip edilen ülkelerin insanları başta olmak üzere) emeğin serbest dolaşımına sıra geldiğinde neden ortadan kalktığını,
- Ortaya çıkan vahim olayların içeriğinin neden bağımsız haber kanallarıyla iletilemediğini,
- Uluslararası kurumlar ve örgütlerin neden yoksul ve kimsesiz insanların temsilin içermediğini,
sorgulamamanın mazereti bulunmamaktadır. Bu örnekler sınırsızca artırılabilir. Söz konusu sorgulamanın hem gerekliliği hem de önemi, toplumsal bilgi üretme ve bunu kapitalist küreselleşmenin tam zıddı istikametten uluslararası dolaşıma sokma kapasitemizi artırma zorunluluğunu ortaya koyar.
Örgün eğitim sistemimizin bugün bulunduğu noktada ve söz konusu kapasitenin oluşmasını sağlayacak sair düzeneğin yokluğunda,
- toplumumuzun kriz halinde öne çıkan yaratıcılığına,
- tarihten gelen birikimine ve
- Türkiye Cumhuriyeti’nin genç kuşaklarının kendilerine ait olana sahip çıkma azmine güveniyoruz.
Bu azim onlara hem geçmişlerini bugünlere getiren aydınlık birikimi hem de kendi geleceklerini oluşturacak olan kelimeleri verecektir.
Biz Halit Ağabeyden bunları öğrendik. Siz de kendi Halit Ağabeyinizi ve diğerlerini keşfedeceksiniz.