Yaşamda ve hukukta devrimci duruş ve Halit Çelenk Hukuk Ödülleri
Halit Çelenk Hukuk Ödülleri hakkında Seçici Kurul üyeleri Av. Prof. Dr. Rona Aybay ve Av. Başar Yaltı ile konuştuk.
Özlem Şen, soL Portal, Salı, 23 Aralık 2014 11:57
http://haber.sol.org.tr/turkiye/yasamda-ve-hukukta-devrimci-durus-ve-halit-celenk-hukuk-odulleri-103706
Adaletsizliğe karşı mücadelenin simgelerinden avukat Halit Çelenk’in anısını yaşatmak; toplumsal ilişkilerle hukuk arasında bağlantı kuran eserlerin üretilmesini teşvik etmek amacıyla ilki 5 Mayıs 2015 tarihinde verilecek olan Halit Çelenk Hukuk Ödülleri hakkında Seçici Kurul üyeleri Av. Prof. Dr. Rona Aybay ve Av. Başar Yaltı ile söyleşide bulunduk.
“Yaşamda ve Yargıda Devrimci Duruş” kitabının hazırlayıcıları arasındasınız. Kitabın önsözü de sizin kaleminizden çıkmıştı. Halit Çelenk ismi kitabın ismiyle birlikte anılır hale geldi. Halit Çelenk isminin sizde çağrıştırdıkları nelerdir?
Av. Prof. Dr. Rona Aybay; Halit Çelenk’i, sadece adını duyarak, yazdıklarını okuyarak değil, Türk Hukuk Kurumunda yıllarca birlikte çalışarak tanımış biriyim. Halit Bey, İkinci Başkan, ben de Genel Sekreterdim.
Tabii, anlatılacak çok şey var ama; “Bende bıraktığı izlenim nedir?” sorusuna verebileceğim en yalın yanıt şudur: Gösterişten uzak, karşısındakilerde saygı uyandıran, vakur bir kişilik... Olağanüstü dönemlerin yargı organları önünde en güç davalarda savunmanlık yapmış; kimi zaman da mahkemelerde savunduğu aydınlarla birlikte hapis yatmış; kim bilir ne çileler çekmiş bir insandır Halit Çelenk. Ama yaptıklarından, başardıklarından, çektiklerinden söz etmeyi hiç sevmezdi. Anlatmak zorunda kaldığında da, kesinlikle kendini öne çıkarmayan bir dil kullanırdı.
Bu “kendini öne çıkarmama” özelliğinin bir başka görünümü de Halit Beyin Marksistliğinde gözlemlenebiliyordu. Bu felsefeyi benimsemiş ve eylemlerinde o felsefeyle uyum içinde olmayı ilke edinmiş biriydi elbette. Ama özümsediği bu inancı, bazılarının yaptığı gibi “yerli-yersiz” ortaya koymaz; içinde bulunduğu koşulları gerçekçi bir biçimde değerlendirerek en doğru çizgiyi bulmaya çalışırdı. Zaten, genel olarak “çok konuşan” biri de değildi. Ben, gereksiz ya da “fazladan” konuştuğuna hiç tanık olmadım.
Siz uzun yıllardır öğretim üyeliği yapıyor ve hukukçu yetiştiriyorsunuz. Ülkemizin en kıdemli hukukçularından biri olarak Türkiye’deki hukuk araştırmalarının mevcut durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Rona Aybay; Türkiye’de çağdaş hukuk öğrenimi, 1926 yılında İsviçre Medeni Kanununun, Türkiye’ye uyarlanarak kabul edilmesiyle başlar, diyorum. İsviçre Medeni Kanununun ( aynı dönemde “iktibas” edilen öteki yabancı kanunların üzerinde durmaya gerek görmüyorum; çünkü değinmek istediğim konular açısından ayrı bir özellik taşımıyorlar )Türk Hukukunu “laik” bir çizgiye getirmek açısından çok önemli olduğundan kuşku duyulmamalıdır. Osmanlının son dönemlerinde, Medeni Hukuk alanında yeni düzenlemeler yapılması için başlatılan çalışmalar, “laik hukuk”la “şeriat”ı bağdaştırma açmazı nedeniyle başarılı olamamıştır. İsviçre Kanununun kabul edildiği 1926 yılında, Anayasanın “Devletin dini, Din-i İslamdır” hükmü yürürlüktedir; bu açıdan, Medeni kanunun kabulüne laiklik yolunda atılmış bir ilk adım gibi de bakılabilir (Anayasadan, İslam dinine ilişkin hüküm 1928 yılında çıkarılmıştır).
Ancak, laik hukuk anlayışıyla yetişmiş hukukçu sayısının azlığı nedeniyle bu radikal girişimin yaşamda somutlaşması kolay olmamıştır; hukuk öğrenimi için Avrupa ülkelerine gönderilen hukukçuların dönerek öğretici olmaları zaman almıştır.
1930’larda bu alanda, Faşist Almanya lideri Hitler’in zulmünden kaçabilen Yahudi ve sosyal demokrat bazı profesörlerin Türk üniversitelerinde görev almaları, başka bilim alanlarında olduğu gibi, Hukuk alanında çok yaralı olmuştur. Bu seçkin bilim insanlarının, sığınacak ülke olarak Türkiye’yi seçmeleri de, Atatürk Türkiye’sinin saygınlığının bir göstergesidir.
Türkiye’de laik ve çağdaş hukuk öğreniminin gerçekleşmesinde bu seçkin bilim insanlarının çok önemli payı vardır. O zaman sadece İstanbul’da ve Ankara’da bulunan Hukuk Fakülteleri zamanla gelişerek “Avrupai” anlamda öğretim ve araştırma yapılan yuvalar olabilmiştir. İstanbul ve Ankara Hukuk Fakültelerinin ardından kurulan ilk Hukuk Fakülteleri de bu çizgiyi sürdürmüşlerdir.
Bu gelenek, araştırma alanında varlığını sürdürmekte, yayınlar gerek sayı gerek nitelik açısından, genellikle, başarışlı bir tablo göstermektedir.
Ancak, son yıllarda sayısı 100’ü aşmış görünen Hukuk Fakültelerinin genel durumu, çok ciddi kaygılar uyandırmaktadır. Bu Fakülteler arasında öğretimin niteliği, öğretim üyesi sayısı, öğrencilere sağlanan olanaklar açısından çok farklılıklar vardır. Bazıları ciddi biçimde yetersiz durumdadır.
12 Eylül döneminin ürünü olan YÖK denilen kuruluşun, varlığını meşru gösterebilecek tek işlevi, belli nitelik ve yeterlik koşullarına uygun olmayan yüksek öğretim kurumlarının açılışına izin vermemektir. Oysa bu kurum, işe “1402’lik” denilen ilerici üniversite öğretim üyelerinin tasfiyesi ile başlamış; özerk ve özgür üniversitenin kuyusunu kazmış; asıl yapması gerekeni yapmayıp, türlü keyfi ve tutarsız uygulamaların; kayırmacılıkların, insan harcamalarının yuvası haline gelmiştir.
Hukuk öğreniminin niteliği konusunda kaygılar, çeşitli zamanlarda ve yerlerde dile getirilmiştir. En son girişim, geçen haftalarda Türkiye Barolar Birliği’nce başlatılmış; 50 kadar Fakülte Dekanının katılımıyla yapılan toplantıda bu konu üzerinde durulmuş ve çalışmaların ciddiyetle sürdürülmesi kararlaştırılmıştır.
Halit Çelenk savunmanlık mesleğinin yanı sıra üretken bir aydındı. Yazdığı kitaplarda farklı bir adalet sisteminin mümkün olup olamayacağını sorguladı. Türkiye’deki hukuk eserleri düşünüldüğünde, Halit Çelenk Hukuk Ödüllerinin hukuk araştırmalarına nasıl bir katkısı olacak?
Rona Aybay; Halit çelenk’in kitapları, savunmanlık mesleğinden ayrı düşünülmemelidir. Halit Bey, hukukun, yasalara ve uygulamaya ilişkin teknik yönlerini çok iyi bilen bir insan olarak; nelerin “olmaması gerektiğini” de yaşayarak öğrenmiş bir kişiydi. Yapıtları, hukukun hem “olan” hem de “olması gereken” yönleri açısından özel bir değer taşır.
Halit Çelenk ödüllerinin, özellikle genç hukukçuları araştırma yapmaya özendirme bakımından çok yararlı olmasını bekliyorum. Kişisel olarak düşüncem şudur: Bu ödül için başvuran hukukçular, hem hukukumuzun güncel sorunlarında “olan”ı hem de “olması gereken”i araştırırlarsa, Ödülün amacı gerçekleşmiş olacaktır.
Savunmanlık mesleğinde Halit Çelenk’in özel bir yeri ve önemi bulunuyor. Bu mesleğe Halit Çelenk’in size göre katkıları nelerdir?
Av. Başar Yaltı; Bazı insanlar vardır ki, hayatları, bir mücadelenin simgesi haline gelir. Halit Çelenk böyle bir mücadele insanıdır. O, sol felsefenin, devrimci duruşun yargıdaki, savunmanlıktaki en önemli temsilcisidir. Hukukun, siyasal iktidarın karar ve uygulamalarını meşrulaştırdığı bir ortamda Halit Çelenk, hukuku onlara karşı silah olarak kullanma başarısını göstererek toplumcu hukukun varlığını ortaya koymuştur. Mevcut hukuk düzeninde dahi adalet arayışının mümkün olabileceğini göstermiştir. Bazen, yargıcının toplum olduğu davalar vardır. Halit Çelenk, toplumun yargıçlığında görülen davayı kazanmış bir önder avukattır. Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının, bugün toplumun gözünde aklanmış olması, Halit Çelenk’in davasını kazandığını göstermektedir.
Halit Çelenk sosyalist kişiliğinin yanı sıra savunmanlıkta da farklı bir duruş sergiledi. Savunmanlık mesleğini siz bu gün nerede görüyorsunuz?
Başar Yaltı; Hayatın değişen bir akış içerisinde olduğunu, her şeyin değiştiğini biliyor, hatta yaşıyoruz. Bu çerçevede hukuk da ‘bir üst yapı kurumu olarak’ değişiyor, dönüşüyor, bir yandan da küreselleşiyor. Üstelik değişimin hızı gittikçe artıyor. Savunmanlık / avukatlık da buna bağlı olarak gelişiyor ve değişiyor. İşinin konusu hukuk olan Avukat, hayatın değişimine ve değişimin hızına ayak uydurmak zorunda. Toplumsal yaşamdaki değişme ve gelişmelerin bir sonucu olarak, avukatlık sadece savunmanlık yapmanın ötesine geçiyor. Hak aramanın, temel insan hakları arasında önemli bir yere sahip olmasına bağlı olarak, avukatlık hak arama mesleğine dönüşüyor. Öte yandan avukatlık “muhalif olmayı, muhalif duruşu” gerektiren istisnai bir meslektir. Avukatın muhalifliği körü körüne bir aykırı tutum takınmak değildir. Avukatın muhalifliği, yargılama sürecindeki konumundan kaynaklanan, diyalektiğin zorunlu bir sonucudur. Diyalektik ise sürekli olarak analiz ve sentez yapmayı, yeniden ve sürekli olarak (karar) oluşturmayı zorunlu kılmaktadır. Böyle bir süreç içerisinde avukat, kendisini sürekli yenilemek, adalet duygusundan uzaklaşmamak, hukuk teknisyenine dönüşmemek için toplumcu felsefeden kopmamak durumundadır. Avukat kime ve neye hizmet ettiği bilincini yitirdiğinde, avukatlık kişiliğini de yitirmiş olur. Halit Çelenk, en zor koşullarda dahi hem hukuk tekniğini iyi bilen, hem toplumculuktan ödün vermeyen bir avukat olarak örnek alınacak bir konuma yerleşmiştir.
Halit Çelenk Hukuk ödüllerinin Halit Çelenk’in temsil ettiği değerlerin devam ettirilmesinde ne tür katkıları olacak?
Başar Yaltı; Ödül vermenin üç sonucu olduğunu değerlendiriyorum. Anma, taktir etme ve cesaretlendirme. İnsan unutkan bir varlık. Bu tür ödül düzenlemeleri, Halit Çelenk’in unutulmasının önüne geçerek, ürettiklerinin, mesleğe ve topluma kattığı değerlerin anımsanmasını sağlayarak yararlı olmaktadır. Öte yandan, en zor koşullarda dahi mücadele vermiş birisinin varlığı şimdiki kuşakları cesaretlendiren somut bir örnek oluşturmaktadır. Son olarak, bu vesileyle ortaya yeni yapıtların çıkmasını özendirmesi, bunları taktir eden bir sonucu doğurması ve her şeyden önce de hukuk dünyasına, topluma bu yolla katkı sunulması, başlı başına olumlu bir katkıdır. Ödülün Halit Çelenk adına veriliyor oluşu, O’nu ve yapıp eylediklerini anımsatmak yoluyla toplumcu / kamucu bir hukuk mücadelesinde daha ileri adımların atılmasına vesile olacağını düşünüyorum.
Ödül hakkında başvuru; www.halitcelenk.org; [email protected] [email protected]
www.facebook.com/halitcelenkhukukodulu; www.twitter.com/halitcelenkodul;
Av. Başar Yaltı kimdir?
İstanbul Barosu’na kayıtlı serbest avukat olarak çalışan Başar YALTI, beş yıldan fazla süreyle İstanbul Barosu Yayın Kurulu üyeliği yapmıştır. Çeşitli gazete ve dergilerde yayınlanmış çok sayıda makalesi bulunan, Başar Yaltı aynı zamanda Türkiye Barolar Birliği Başkan Yardımcılığı görevini yürütmektedir.
Av. Prof. Dr. Rona Aybay kimdir?
İÜ Hukuk Fakültesi’ni 1959’da bitirdikten sonra aynı fakültede doktorasını yaptı. ODTÜ’de Kamu Yönetimi bölüm başkanlığı, ODTÜ İdari İlimler Fakültesi dekanlığı ve AÜ Siyasal Bilgiler Fakültesi dekan yardımcılığında bulundu. 12 Eylül 1980’deki askerî darbeden sonra üniversiteden uzaklaştırıldı. Avrupa Konseyi Irçılık ve Hoşgörüsüzlükle Savaşım Komisyonu ile Bosna-Hersek’teki insan hakları ihlallerini incelemekle görevli AGİT komisyonu üyeliklerinde, Bosna-Hersek İnsan Hakları Mahkemesi’nin kurulduğu 1996’dan kapandığı 2003’e kadar Avrupa Konseyi tarafından seçilmiş uluslararası yargıçlık görevlerinde bulundu. Çok sayıda eseri olan Aybay halen serbest avukat ve öğretim üyesi olarak mesleki faaliyetlerine etmektedir.