Yayın tarihi: 9 Mayıs 2019 - 15:00
Korkut Boratav Halit Çelenk'i Anlatıyor

Sevgili dostlar,

Halit Çelenk'i tanıyan, seven, hatırlayan dostları, müvekkilleri, yani orta yaş ve üst kuşaktan insanlar olarak buradayız. Tabii bu arada devrimcilerin efsanevi avukatı ve hukukçusunu öğrenen, duyan, menkıbelerini izleyen gençler de burada. Hepinize sevgiler, selamlar...

Bana da 5-6 dakika içinde, tamı tamına ölümünden 7 yıl sonra, sevgili Halit ağabeyim hakkında düşüncelerimi özetleme imkânı verildi. Bu büyük insanı anmamızı güncel kılan bazı özelliklerini hatırlatmakla yetineceğim.

Bana göre bir hususu unutmayalım, Halit Çelenk'in hayatına damgasını vuran hukukçuluktan hem tarih olarak hem bana göre tüm hayat tarzı olarak öncelik taşıyan devrimci, sosyalist kimliğidir. Lise çağlarında sosyalizme yöneldiğini anlattıklarından öğreniyoruz. 1940 sonrasında İstanbul Hukuk Fakültesi'ndedir. Aslında Cumhuriyet Türkiye'sinin kritik bir dönemeç noktasıdır o tarih. Bir yandan cumhuriyetçi kazanımların tümünü özümseyen ve bu kazanımları öncelikle eğitim alanına taşımak isteyen Kemalizmin devrimci geleneğini temsil eden insanlar, solcularla birlikte açık ve örtülü olarak savaş yıllarını aydınlık bir geleceğe taşıma beklenti ve mücadelesi içindedir. Bu mücadelenin Köy Enstitüleri ve (ayrıntıya girmeyelim) Tercüme Bürosu ve üniversiteye taşınan bilimsel devrim öğeleriyle büyük önem taşıdığını biliyoruz. İki genç hukuk öğrencisi Halit ve sevgili Şekibe İstanbul'un solcularıyla tanışırlar. Her ikisinin de geçmişten gelen solcu birikimleri onları bu tanışmaya yönlendirir. Sosyalist kimliklerini böylece geliştirirler. Buna karşılık aynı tarihte Kemalizmin tüm aydınlanmacı ve devrimci birikimini özünde reddetmek isteyen, geriye taşımak isteyen gerici-tutucu, zamana göre değişen akıllarla temsil edilen, savaş yıllarında doğrudan doğruya faşizm muhipleri olan bir akım vardır. Savaş son bulur bulmaz bu akım ön plana çıkar. Halit Çelenk'in kısa bir süre çalıştığı Tan Gazetesi'nin tahribiyle karşı devrimin tetiklenmesini başlatır.

Bir yıl sonra 1946 sonunda İstanbul Sıkı Yönetim Mahkemesi savaş yıllarından gelen solcu birikimi siyasete ve sendikacılık dünyasına taşımak isteyen bütün sol, sosyalist akımları, sendikaları kapatır, lağveder ve sol tasfiye edilerek çok partili rejime geçilir. Bu karanlık döneme geçişin ilk aşamalarına Halit ve Şekibe Çelenk bizzat İstanbul'da tanık olurlar Anti-komünizmin önce CHP'nin sonra Demokrat Parti’nin resmî ideolojisi haline geldiği bir dönemi yaşadı Türkiye. CHP'nin bu mirası 1950 yıllarının ikinci yarısında reddettiğini, özüne dönmenin çabası içine girdiğini biliyoruz; ama bu mirası taşıyan ve DP'ye devreden hareketin de maalesef CHP'de olduğunu hatırlıyoruz.

Halit Çelenk'in hukukçuluğa başlamasının öncülü sosyalizmdir. Kendi ifadesiyle, ona göre sosyalizm, insanlığın baskı ve sömürüden kurtulmuş dolu dolu özgür bir ortam içinde yaşayabileceği, tüm yeteneklerini sınırsız geliştirebileceği bir düzenin adıdır. Bu şekilde tanımladığı için aslında ve son tahlilde komünizmin kendisidir. Halit Çelenk'in sosyalist kimliği onun hukukçuluğuna da damgasını vurmuştur.

1946’yı izleyen askeri ve sivil faşizm dönemlerinde sayısız insan anti-komünizmin baskısı altında yargılandı, eziyet çekti. Halit Çelenk de bu ortamın hukuk düzeninde önlenmesine çabalayanlara katıldı. 1949 yılında Samsun'da komünizmden suçlanan iki işçinin yargılanmasını üstlendiğini, savunduğunu ve onların beraatlarını sağladığını biliyoruz. Sonraki dönemde iki askeri faşizm döneminde, Mart 1971 ve Eylül 1980'i izleyen karanlık yıllarda baskıya, zulme, haksızlıklara, işkencelere, cinayetlere muhatap olan tüm solcuları, devrimcileri, sosyalistleri, komünistleri korumak görevini insanüstü diyebileceğimiz bir enerjiyle üstlenen hukukçuların ön saflarında yer aldı. O hukukçu kuşağı saygıyla ve minnet duygularıyla anma durumundayız. Aramızda temsilcileri var. Halit Çelenk'in bu bilançosunu özetlemek imkansızdır. İlk akla gelen, o tarihlerde askeri faşizmin veya zaman zaman parlamenter rejimde bile hortlayan o gerici ortamın emniyet ve adalet aygıtlarına yansıyan kurbanlarını gücü elverdiği ve ayakta durabildiği sürece Halit ağabey hayır demeden üstlenmiştir.

Yalnız, sosyalistliğini vurgulamakla yetinmeyelim, sosyalist kimliğinin ötesine geçen hukukçu kimliğini de vurgulayalım. Bugün insan hak ve hukukunun ihlalinden hep eziyet çekmiş olan sosyalistlerin dışında çok geniş bir çevrenin, Türkiye'nin liberal katmanlarının dahi acil önceliği olan insan hakları mücadelesinin zirvesinde yer almış bir hukuk insanıdır. İlginç bir örnekle bu meramımı anlatayım. Galiba aramızda Süleyman Ege yok değil mi? Halit Çelenk, Süleyman Ege'nin manifestoyu yayınlayan yayıncı olarak avukatlığını üstlenir. Yani burjuvazinin mahkemelerinde komünizmi sahiplenir Süleyman Ege'yi savunarak. Ama sıkıyönetim tarafından Süleyman'ın yayınevi olan Bilim ve Sosyalizm Yayınevi'nin kitaplarına el konup Nazi rejimine yakışan bir gaddarlıkla bu kitaplar yakılınca Halit Çelenk Türkiye Cumhuriyeti mahkemelerinde yayınevinin mülkiyet haklarını savunma yükümlülüğünü de üstlenir. Yani bu sosyalist, devrimci insan kapitalizmin mülkiyet haklarını Süleyman Ege'nin yayınevi kimliğinde Türkiye mahkemelerinde savundu ve sonunda da İnsan Hakları Mahkemesi'ne gidince kazandı. Aramızda olsa söylerdim biraz hafifleteyim. Son aşamada Süleyman Ege, Halit abinin hazırladığı dosyayı bana getirdi ve dedi ki "Korkut şunu İngilizceye çevir". “Niye?”, "Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine gideceğiz". Efendim ben İngilizce biliyorum; bir de yarım hukukçuyum, ama, buradaki arkadaşlar bilir hukuk metnini İngilizceye çevirmek kadar büyük bir eziyet olabilir mi? Oturduk biz Süleyman'la, Halit ağabeyin yarattığı mükemmel hukuk metnini eziyet çekerek bunu İngilizceleştirdik. İki ay sonra Süleyman gelip bana “Türkçe metinler de kabul ediliyormuş meğerse” dedi. Halit ağabeyin olduğunu sandığım mükemmel metni bozarak yollamamıza rağmen dava kazanıldı. Çünkü, o özgün ve mükemmel hukuk metni kullanıldı. Bu da, Halit ağabeyin mülkiyet hakkını da savunmasının örneğidir.

Halit Çelenk’in hukukçu ve sosyalist kimliğinin birleştiği bir özelliğinin daha üzerinde durmak istiyorum. İlginç bir şekilde Türkiye'deki sosyalistlerin de zaman zaman başına gelen bir problem. Üyesi ve hatta yöneticisi olduğu TİP üyeliğinden 12 arkadaşı ve Şekibe Çelenk ile birlikte hizip kurma suçlamasıyla ve partiden çıkarılma talebiyle merkez haysiyet divanına sevk edilir. Parti yönetiminin suçlamalarına karşı verdiği savunma, hem sosyalist hem de parlak hukukçu kimliğinin bir bileşkesidir. Önce sosyalist kimliği ile parti yönetiminin karşısına çıkıyor ve diyor ki Marksist partilerin iç yönetimini belirleyen geleneksel demokratik merkeziyetçilik ilkesini ihlal ediyorsunuz. Çünkü bu ilke özünde demokrasi ve merkeziyetçiliğin bir sentezidir. Siz demokratik özü, yani bir kongre döneminde parti içi farklı görüşlerin serbestçe tartışılma özgürlüğünü çiğneyerek merkeziyetçiliği öne çıkarttınız. Sosyalist partilerin bu genel ilkesini çiğnediniz. Ama Halit ağabey bununla yetinmiyor; hukukçu olduğu için sosyalist kimliğinin ötesine gidiyor.  Genel bir hukuk mantığı üzerinden savunmasını geliştiriyor. Genel ilke nedir? Tüzük. Eksikler varsa özel hükümlerdeki eksikler hukukun genel ilkeleri uygulanarak tamamlanır. Bu ilkeyi sahipleniyor ve o noktadan sonra TBMM'nin iç tüzüğüne, ceza mahkemelerinin usul yasalarına, ceza yasalarına başvurarak savunmasını mükemmel hale getiriyor. Bu savunması Parti’den ihracını önleyemiyor; ama bu çabasıyla Çelenk'in hem sosyalist hem de hukukçu titizliğinin onun tüm hayatına rehberlik yapmış olan bir genel ilkeye dayandığını düşünüyorum. Bana öyle geliyor ki o da şudur: "Hukuk yoksa demokrasi olamaz, demokrasi de yoksa sosyalizm olamaz". Bir hukukçu ve bir sosyalist olarak 60 yılı aşkın mücadeleleri, sosyalizm, demokrasi ve hukuk üçlüsünün sentezini hayata geçirme çabalarıdır. Bu sentez nihai aşamasında benim görüşüme göre, (iddialı olamam, bu benim görüşümdür) sınırsız demokrasiyi içeren; devletin de yok olduğu komünizmdir. Ben Halit Çelenk'i bu anlamda saf kan bir komünist olarak da görüyorum. Devlet yok olunca hukuk da yok olur. Ne güzel bir düzen. En büyük beklentimiz, ihtilafların da kendiliğinden hallolmasıdır. Halk da kendi kendini yönetir.

Son olarak Halit ağabeyin kendi hayatıyla ilgili anlatımları izlerken çok anlamlı bir şiir zevkine şahit oldum. Tevfik Fikret'in meşhur Ferda şiirini biliyorsunuz, "senin bu teceddüd, bu inkılâb..." diye başlar. Ferda “yarın” demektir; şiir “bugünün gençlerine” diye başlar . Ve devam eder: "Ey Gençler, bu yenilik, bu devrim sana aittir." Halit ağabey Sabiha Sertel'in bir şiirini bulmuş. Belki de Tan’ın yakıldığı günlerde yazılmış olan  şiir şudur:

"31 Mart isyanı var

Tarihi kadim’ini mızrağa takacaklar

Sisli bir akşamüstü Ferda'yı yakacaklar

Göründü kara cübbeleriyle yeşil sarıkları

Sebilürreşatçılar hortlamış uluyor

Bir tek satırından senin hala

Eey koca Fikret, bak ki nasıl korkuluyor…"

 

Halit ağabey nereden buldun bu şiiri? Bugün 7. ölüm yıl dönümünde tam bugüne denk düşmüyor mu?

Hepinize selam ve sevgiler...

 

(Not: Konuşma 2018 Hukuk Ödülleri Töreninde yapılmıştır.)