1962 yılı, Türkiye sosyalist hareketinin tarihinde müstesna bir yer taşır. 1962, yıllar yılı, özel yaşamında ya da çeşitli sosyal ve mesleki mücadele alanlarında sol tavır almış, tüm baskılara rağmen bu tavrında ödünsüz direnmiş onbinlerce insanın "vakt erişti" diyerek Türkiye özelinden doğmuş bir partiye binlerle akmaya başladığı yıldır.
En başta sendikacılar olmak üzere, işçisi, hukukçusu, gazetecisi, sanatçısı, yazarı, bilim adamıyla, Türkiye'nin en seçkin ve en yürekli insanlarıdır bunlar...
Türkiye İşçi Partisi'nin ilk militanları, ilk örgütleyicisi bu insanlar, ülkenin hemen her köşesinde, yılların tutsaklık zincirlerini kırarak akın akın bu kurtuluş ordusunun saflarına katılıyorlardı. Sendikacı, bilim adamı, yazar ya da sanatçı olarak isimleri medyada duyulmuş olanların dışında herkes birbirinin meçhulüydü.
Bu büyük 1962 buluşmasına ben de İzmir'den katılmıştım. O sırada Öncü Gazetesi'nin Ege Bölgesi Temsilcisi ve Türkiye Gazeteciler Sendikaları Federasyonu Yönetim Kurulu üyesiydim. Halit Çelenk'in adını ilk kez İzmir'deki partili avukat arkadaşlardan duymuştum.
Bu değerli hukukçumuzun, eşi Şekibe Çelenk'le birlikte parti saflarında yer almış olmasından dolayı sevinçliydiler. Daha sonra gazeteci, sendikacı ve partili olarak Ankara'ya sık sık yaptığım ziyaretler sırasında efsanevi sendikacı Fukara Tahir (Öztürk) ve Uğur Cankoçak gibi çok değerli partililerle birlikte Çelenk'leri şahsen de tanımak imkanı bulmuştum. İnsan ilişkileri sıcak, konularına hakim ve ilk karşılaşmada muhatabı üzerinde derin saygı ve güven uyandıran kişilikleriyle Ankara örgütünde ayrı bir yerleri vardı.
1962 yılında Aybar'ın ısrarı üzerine, Genel Merkez Basın Bürosu'nda görev almak üzere İzmir'den ayrılıp İstanbul'a yerleşmek zorunda kalmıştım. Birlikte çalıştığım günlerde Aybar'ın, Halit Çelenk ve Şekibe Çelenk'ten hep takdir ve sevgiyle bahsettiğim çok iyi anımsıyorum.
Hukuki konular söz konusu olduğunda mutlaka Ankara'yla temasa geçerek Halit Çelenk'in görüşünü istiyordu. 17 Kasım 1963 yerel seçimlerine katılmaya karar verildiğinde, partinin en kısa zamanda birçok ilde örgütlenmeyi tamamlaması gerekiyordu.
Bu örgütlenme işinin başarılmasında CKMP'den ayrılarak TİP saflarına geçmiş olan Senatör Niyazi Ağırnaslı en büyük rolü oynuyordu. Bu zorlu işin üzerinden gelebileceği düşünülen bir başka önemli isim Halit Çelenk'ti.
Nitekim partinin Samsun ve çevresindeki örgütlenmesini kısa zamanda başaracaktı. Seçimlerde büyük bir sayısal başarı elde edilememişse de, Türkiye İşçi Partisi'nin, sosyalist hareketin sesi ilk kez devlet radyolarından Türkiye halkına duyurulmuş, 1965 genel seçimlerindeki başarının temelleri atılmıştı.
Partinin radyoda sesini duyuran 15 partiliden biri de Şekibe Çelenk'ti. Parti kitle tabanında güçlendikçe, parti yönetiminde de otoriter, hizipçi-tasfiyeci eğilimler giderek kendisini hissettirmeye başlamıştı. Halit Çelenk'le ortak yazgımız: birlikte nasıl partinin ilk örgütlenme ve güçlenme sürecine katkıda bulunmuş militanlar olma onurunu paylaştıysak, hemen ardından patlak veren anti-demokratik merkeziyetçi süreçte de arka arkaya boy hedefi olma burukluğunu paylaştık.
1964'teki 1. Büyük Kongre'den sonra, benim de dahil bulunduğum ilk muhalefet grubu partiden uzaklaştırıldı. Bundan hemen iki yıl sonra, parti yönetiminin giriştiği ikinci büyük tasfiye hareketinde boy hedefi olanların başında ise Genel Yönetim Kurulu üyesi Halit Çelenk ve Şekibe Çelenk gelecekti.
Çelenk'lerin parti üst organlarında tabi tutuldukları sorgulamalar Türkiye sosyalist hareketinin tarihinde gerçekten birer kara sayfadır. Halit Çelenk, parti yaşamını anlatan "Türkiye İşçi Partisi'nde İç Demokrasi" kitabında bunları ayrıntılı biçimde belgeleyerek tarihsel bir görevi yerine getirmiştir.
Tabii ki, TİP'ten tasfiye edilenlerin büyük çoğunluğu, partisiz de kalsalar, hiçbir zaman pasifize olmadılar, kavgadan çekilmediler, devrimci ve demokratik mücadelelerini kendi meslek dallarında, demokratik kitle örgütlerinde aynı kararlılıkla sürdürdüler. Bunların başında ise hiç kuşkusuz Halit Çelenk gelir.
12 Mart 1971 darbesi bizi siyasal göçe zorladığında, Türkiye'deki faşizan baskıları dünya kamuoyuna duyurabilmek için Demokratik Direniş Hareketi'ni kurmuştuk. Türkiye'den gizlice gönderilen işkence belgelerini, mahkeme tutanaklarını, tanıklıkları yabancı dillere çevirerek Avrupa Konseyi'ne, Avrupa Parlamentosu'na, insan hakları kuruluşlarına ve basına iletiyorduk. Türkiye'deki büyük hukuk mücadelesinin referans ismi hep Halit Çelenk idi...
O, Deniz Gezmiş, Yusuf Arslan ve Hüseyin'in İnan'ın idamlarının acısını tüm devrimciler adına tek başına yaşadı. İstanbul Adliyesi'nde Deniz Gezmiş'le son görüşmemizi anımsıyorum. Kavga arkadaşları teker teker katlediliyordu...
6. Filo ziyaretine karşı Ant'ta yazdığım bir yazıdan dolayı ağır cezada yargılanma sırası bekliyordum. Bir ihbar üzerine yakalanan Deniz'i mevcutlu getirmişlerdi. Ayaküstü kısaca konuşabildik. "Beni de yaşatmayacaklar," diyordu! Gözlerinde hüzün, dudaklarında buruk bir gülümseme, ama dimdik...
Yaşatmadılar. Deniz'in ve yoldaşlarının yaşamda kalması için en büyük mücadeleyi Halit Çelenk verdi. Ve onları onurlu son yolculuğa da aynı büyüklükte bir metanetle uğurladı. 12 Mart Darbesi'nden sonra 1974'te yayınlanan "1. THKO Davası Mahkeme Dosyası", bir yerde, Deniz Gezmiş ve arkadaşları adına Halit Çelenk ve diğer onurlu avukatlarımızın faşizme karşı verdiği hukuk mücadelesinin bir destanıdır.
Binlerce devrimcinin, demokratın savunmasını üstlenen Halit Çelenk'in bu dâvaları nasıl bir özveri, ciddiyet ve sorumluluk duygusuyla izlediğine 90'lı yıllarda İnci'yle benim "vatandaşlık" kavgasında bizzat tanık oldum.
12 Eylül Cuntası, bizim gibi siyasal sürgünde bulunan yüzlerce muhalifi, Vatandaşlık Yasası'nda değişiklik yaparak, özel kararnamelerle vatandaşlıktan çıkartmıştı. Bu uygulamanın iptali için Danıştay'da açtığımız dâva, Milli Güvenlik Konseyi'nin ve onun hükümetinin kararları aleyhine dâva açılamayacağı gerekçesiyle 1990 yılında reddedilmişti. Yoğun çalışmaları ve mücadelesi içinde kendisine yeni bir yük yüklemekten çekine çekine Halit Çelenk'le temasa geçtik. Ant'taki yazı ve yayınlarımızdan ve de Türkiye dışındaki faaliyetlerimizden ötürü İstanbul, Ankara ve Diyarbakır adli ve askeri mahkemelerinde 30'u aşkın dava dosyası ve sıkıyönetim komutanlıklarınca hakkımızda verilmiş birçok tahdit kararı vardı. Halit Çelenk, hiç tereddüt etmeden talebimizi kabul etti. Aylarca Ankara, İstanbul ve Diyarbakır arasında mekik dokuyarak, tüm bu dosyaları tek tek gün ışığına çıkardı.
Nasıl uğraştığına örnek olsun diye, 23 Mayıs 1992 tarihli mektubundan şu satırları alıyorum: "İstanbul Birinci Ordu, Diyarbakır Sıkıyönetim Komutanlığı, İstanbul 3 numaralı sıkıyönetim askeri mahkemesi ve İstanbul Sıkıyönetim askeri savcılıkları tarafından konulan tahditler birçok başvurular, gidip gelmeler, izlemeler sonunda kaldırıldı. İstanbul C. Savcılığı'nın tahdidinin kaldırılması için yeniden İstanbul'a gittim... Sultan Ahmet dosya mahzenine indik... İstanbul'da bu araştırmayı yaparken bir yeni tahdit çıktı. O da İçişleri Bakanlığı'nın 26.11.1988 günlü tahdit yazısı, şimdi bunun için de İçişleri Bakanlığı'na başvuruyorum." Bizlerin vatandaşlıktan atılmamıza neden olan yasanın kaldırılmasından sonra, Türkiye'ye dönmemiz halinde tüm bu dâva dosyalarından ötürü başımızın derde girmeyeceğine dair Dışişleri Bakanlığı'ndan yazılı güvence istedik.
Bunun yanıtını alabilmek için de Halit Çelenk aylarca uğraştı. Örneğin, 17 Mayıs 1994 tarihli mektubunda şöyle diyordu: "Hikmet Çetin Bey'le görüşmek için randevu istedim, yazdırdım, bekliyorum... Burada uygulamalar ilkel. Bu sürüyor da. Ama ne yaparsınız, burada yaşadıkça bunlarla mücadele etmek zorunda kalıyorsunuz..."
Aradan 20 yılı aşkın zaman geçti. Hikmet Çetin bize bir yanıt vermeden bakanlıktan düştü, ondan sonra Mümtaz Soysallar, İsmail Cem'ler geldi geçti, ama bizim dilekçelerimize hâlâ herhangi bir yanıt gelmedi. Üstüne üstlük, 12 Mart Darbesi'nin 30. yıldönümünde bir dergiye yazdığım yazıdan dolayı orduya hakaret iddiasıyla yeni bir dava açıldı, yurda döner dönmez sınırda tutuklanmam için mahkemece müzekkere çıkartıldı. Sonuç olarak, İnci’yle ben hâlâ siyasal sürgündeyiz...
Halit Çelenk'in dediği gibi ilkellikler hâlâ sürüyor. Bu nedenledir ki, Türkiye'de Halit Çelenk'i kucaklayıp, gerek bizim için, gerekse tüm devrimci ve demokratlar için insanüstü uğraşlarından ötürü kendisine bizzat teşekkür edemedim.
Bugün bu görevi yerine getiriyorum: İlkelliklere rağmen yılmayan, adalet ve demokrasi mücadelesinden asla ödün vermeyen müstesna hukukçu, ebedi-ezeli militan... Sana saygı, sana sevgi...